ÖMER KAYA
  Ülkücülük...
 
Ülkücülük... Türkiye’de gelişen olaylar, bazı şeylerin yeniden gözden geçirilmesini gerektirmektedir. Gözden geçirilmesi gerekenlerden biri de ülkücülük’tür. Çünkü, toplumun her kesiminden, milyonlarca insan ülkücü olduğunu söylemektedir. Fakat ülkücü olduğunu söyleyenlerin, maalesef, mühim bir kısmı bu konuda farklı yorumlar yapmaktadır. Bu sebeple, fikirde netleşme sağlanması zarureti bulunmaktadır. Bu netleşme yalnızca fikir ölçüsünde olmalıdır. Bu metoda ait hususlar tartışılmalıdır. Dava zaten bellidir. Ülkücülüğün bir ideoloji olmadığını söylemekle söze başlamak doğru olsa gerektir. Çünkü, ülkücülüğün bir ideoloji olduğunu zan ve iddia edenler de az değildir. İdeoloji insanları ve dolayısıyla toplumları şahsi menfaatler için kullanmayı hedef alan beşerî hareketler ve aldatmacalar mânâsına gelen bir kelimedir. Yani insanları aldatma ve sömürme sanatıdır. Ülkücülük ise kaynağını İslâm’dan alan bir davanın adıdır. Ne mânâya geldiğini aşağıda açıklayacağız. İdeolojilerde insanın bir değeri yoktur. İnsan hedefe varmak için bir malzemedir; Kullanılır, sömürülür, işibitince hiç acımadan harcanır. Ülkücülük bir ideoloji değilse nedir? Kaynağını İslâm’dan alıyorsa niçin farklı bir isimle ifade edilmektedir? Ülkücülerin diğer gruplardan farkı nedir? Ve daha onlarca soru. Türk milletinin son iki asırlık kültür macerası herkesin malumudur. Bu maceranın akışı içinde Türkiye Cumhuriyetinin tercihleri ve tavırları da ortadır. Ancak şu bir gerçektir ki devletin tercihleri milletin büyük bir kesimini ne tatmin, ne de memnun etmektedir. Millete rağmen yürütülen politikalar millet tarafından tepkiyle karşılanmaktadır. Milletin büyük bir kesimi şuurlu bir şekilde ve planlı olarak veya farkında bile olmadan tepkisini koymaktadır. İşte millet ve devlet arasında ki bu tezat birtakım gruplar ve hareketler ortaya çıkarmıştır. Kendi inandığı gibi inanan, kendi yaşadığı gibi yaşayan, kendi ile aynı şeylere sevinip, aynı şeylere üzülen insanların idaresinden mahrum insanlar, tersininde mümkün olabileceğini bilmektedirler. Bu sebep le de, bu ölçüde bir idareye kavuşmak için birşeyler yapılması gerektiğini düşünüp, bu doğrultuda teşkilatlanmaktadırlar. Bu esnada farklı isimler altında farklı gruplar ortaya çıkmaktadır. Ülkücü hareket te bu durumun tabi bir neticesi olarak ortaya çıkmıştır. Ülkücülük bir tepki hareketi olmaktan çok uzaktır. Belli bir telafi hareketidir; Devletin yapması gerekipte yapmadığını yapmaya çalışmaktadır. Yani ülkücülük sadece bir devlet şekli ortaya koyma mücadelesi vermemektedir. İslâm’ın hayat nizamı haline gelmesi mücadelesini vermektedir. Meseleyi en baştan ele alalım: Cenab-ı Hakk (C.C.) Kur’an-ı Kerim’de "Cinleri ve insanları Ancak bana kulluk (ibadet) etmeleri için yarattım." (Zâriat-56) buyurmaktadır. Bu mesaj, pek çok soruya cevaptır. İnsan oğlunun hayatının yegâne gayesi bu ayetle tespit edilmiştir. Allah’a kulluk vazifesini hayatın her anını ve insanın her davranışını içine almaktadır. İnsan, fert olarak şahsıyla, sonra ailesi ile, sonra çevresiyle ilgili meselelerden sorumludur. Bu hususlarda Allah-u Teâlâ neyi emretmişse harfiyyen yerine getirmek mecburiyetindedir. Bu sorumlulukları yerine getiren insan cüz-i iradesini kullanmak durumundadır. Çünkü Cenab-ı Hak (C.C.)’ın verdiği akıl insanın en büyük silahıdır. Aklını kullanarak hakka hizmet edecektir. Aklı kullanmak da metod geliştirmek, strateji belirlemektir. Yani ülkücülük Hakk’a hizmetin metodudur. Meseleyi biraz daha açalım: Yaşanan dönemin şartları ve karşılaşılan olaylar, akılla idrak edilmektedir. Yaradana teslim olan akıl, Rabbinin ölçüleriyle istikametini tayin edecektir. Bu istikamete yürürken vasıtalar temin edecektir. Yolu üzerine çıkan engelleri aşmak veya ortadan kaldırmak için de çareler arayacaktır. Bütün bunları yaparken beşer olmanın şartları çevresinde hareket edecektir. Öyleya insan robot değildir. Sebebler vardır, sebebler bulunacaktır, sebebler kullanılacaktır, sebebler akılla bilinir. Akıl metod tayin eder ve onunla hareket eder. Ülkücülükte böyle bir metodun adıdır. Günümüzde her müslüman bu ülkede yaşayan her müslüman Türk, yaşanan dönemin şartlarını çok iyi tahlil etmek mecburuyetindedir. Muhammed Osman Siraceddin (ks) Hazretlerinin ifade buyurdukları üzere "Bir başbakan, bir cumhurbaşkanı gibi İslâm’ın meselelerine kafa yorulmalıdır. İslâm’ın mesellerine cüz-i irade kullanılarak kafa yorulur. Netice ise, çareler, çıkış yolları bulunur. Yani metod eliştirilir. Bu metodda istenilen isim verilebilir. Ama ölçü İslâm’dır, gaye Cenab-ı Hakk (C.C.) ‘ın rızasıdır. Allah (C.C.) "Bizim uğrumuzda mücadele edenleri yollarımıza eriştiririz Şüphesiz ki; Allah ihsan edenlerle beraberdir." (Ankebut-69) buyurmaktadır. Aklını kullanıp, Allah (C.C.)’a kul olmak ölçüsünde ülkücülük ortaya çıkmaktadır. Çünkü bir metod ortaya çıkmıştır. Bu kısa açıklamalardan anlaşılacağı üzere, ülkücülük bir metodun adıdır. Çok kısa bir tarifle izah etmek istersek, ülkücülük Allah (C.C.)’a kulluk, İslâm’a hizmetkârlık yapmanın metodudur. Tabii, metod deyip geçmemek lâzımdır. Metod, hizmetin ve vazifenin en vazgeçilmez unsurudur. Kulluk vazifeleri neyi gösteriyorsa onun metodunu bulup çıkarmak zarureti de gözden uzak tutulmamalıdır. Yani İslâm bir hareket nizamı olduğuna göre, hayatın her safhasında İslâm’ı hakim kılmak esastır. Yaşanan dönemin ve toplumun şartlarına göre bu esası gerçekleştirecek yolları bulmak insana kalmıştır. Ülkücülük, bu noktada İslâm kimliği ile bu esası gereçekleştirmenin mücadelesini verecek yolları hazırlamaktır. Yukarıda ülkücülüğün bir tepki hareketi olmayıp, bir telafi hareketi olabileceğini söylemiştik. O noktaya tekrar dönelim. İslâmiyet hayat nizamıdır ve bu hayat nizamı Allah (C.C.) yolunda cihadı da içine alır. Nefs ile cihad, küffar ile cihad... Ama bunun ölçüsü ve rehberi devlet olmalıdır: İslâm devleti. Devlet İslâm devleti olmadığına göre, müslümanların bu mesuliyeti yerine getirmelerinde rehberliği kim yapacak? O halde bir yandan o rehber bulunmaya çalışılacak, öte yandan da boş durulmayıp mesuliyeti yerine getirmeye dönük metodlar araştırılacak. Ülkücülük bu mesuliyeti üslenmeninde adıdır. Yani devlet tarafından yapılması gerekeni yapılmasına dönük metodları da araştırmaktır. Bu sebeple de bir alternatif hareket kabul edilebilir; gerektiği halde olmayanın alternatifi. Bir başka ifade ile, ihtiyacın telafisi zaten devlet İslâm devleti olsaydı, devlete rağmen böyle bir harakate ihtiyaç olmazdı. Başka bir hususa geçelim; ülkücü hareket’in diğer gruplardan farkı hususuna: Ülkücülüğün bir metod olduğunu açıkladık. Şunu da ifade etmeliyiz. Tasavvuf büyükleri her insanın bir âlem olduğunu ve yer yüzündeki insan kadar Allah (C.C.)’ne giden yol bulunduğunu bildirirler. Buna göre insanların ortak noktaları olduğu gibi, farklı metodlarıda bulunmaktadır. Her insan âleme kendi penceresinden bakar. Ama görmek istediği şey başkaları ile aynı olabilir. Ülkücülük de buna benzer âleme kendi penceresinden bakıp, aynı şeyi görmek isteyen insanların ortaklığı denebilir. Peki ya ülkücü olmayan mügminler? Onlarla arada ki tek fark bakış açısıdır. Ülkücünün bakış açısı ile ülkücü olmayanın bakış açısı arasında ki farktan başka bir ayrılık yoktur ortada. Yani metod farkı. Bu noktada, üzerinde ısrarla durulması gereken bir husus bulunmaktadır: İnsan gayret etmekle mükellleftir. Takdir Allah (C.C.)’na aittir. Akıllıca, dürüstçe, samimi ve şuurlu her gayret, inşallah Allah (C.C.)’nün katında makbuldür. Peygamber Efendimiz (S.A.V.) buyuruyor ki: "Hiçbir amel yoktur ki insanı cennete sokmaya yetsin." Sahabe-i Kiram Efendilerimize soruyorlar: "Senin amellerin de mi, ya Resulüllah". Efendimiz (S.A.V.): "Evet benim amellerim de" diyor. Sahabe Efendilerimiz tekrar soruyorlar: "Peki biz nasıl cennete gireceğiz?". Efendimiz (S.A.V.) buyuruyor: "Ancak Allah (C.C.)’ın rahmetiyle". İşte ölçü budur: Hakk Teâlâ (C.C.)’nın rahmetine vesile olacak ameller işlemek. Tefrikaya düşmedikten sonra, fitneye sebeb olmadıktan sonra, İslâm kardeşliğine zarar vermedikten sonra bu teferruat ayrılık sayılır mı? Ama herşeye rağmen İttihad-ı İslâm şarttır. Ancak yukarıda izah ettiğimiz gibi gidişatını büyük ölçüde tepkiler yönlendirmiştir. İnsanlar birşeyler yapmak zaruretinin telâşı ile yola düşmüşlerdir. Adeta herkes başının derdine düşmüştür. Bu da bazı eksiklikleri beraberinde getirmiştir. Doğrusu şu anda bir tekamül dönemi yaşanmaktadır. İnşaallah bunun sonu çok hayırlı olacaktır. Diğer gruplardan fark zahirdedir, metoddadır. Gaye aynıdır; Allah (C.C.)’ın rahmetine vesile olacak ameller işlemek hem iyilikte yarışmak insanın vazifesidir. İyilikte yarışırken başkalarını küçümsememek, hafife almamak gibi anlayışlardan da sakınmak gerekmektedir. Çünkü Cenab-ı Hakk "Ey iman edenler, bir topluluk diğer topluluğu alaya almasın. Belki de onlar kendilerinden daha hayırlıdır..." (Hûcûrat-11) buyumaktadır. Gaye Allah (C.C.)’ın rızasını kazanmak ise ve iyilikte de yarışılacaksa buna dikkat edilmelidir. Ülkücü veya değil, her kim olursa olsun, her mü’minin mükellefiyetleri aynıdır. Eğer fark denirse, bir fark vardır: Her insan Allah (C.C.) kime neyi bilmeyi, kime neyi görmeyi, kime neyi idrak etmeyi...nasip etmişse meşkuliyetin sınırları o nasiple belirlenir. Kendine ülkücü diyen insanda, kendine nasip edilenlerin farkına varıp, o çevrede değerlendirmeler yapıp, kendiyle müşterekleri olan diyer insanlarla kader birliği yapmış insandır. İnsanların birbirlerinden ayrıldıkları hususlar vardır: Korkular, heyecanlar, sevinçler, hüzünler, kısaca her insanın mizacı ve karakteri aynı değildir. İşte İslâm gibi yüce bir davaya bağlı insanlardaki bu farklılığın, farklı metodlar ve farklı beraberliklerin temel sebebi budur. Tekrar hatırlatalım düzenin çarkları arasında bundan farklı bir tezahür beklemekte pek mümkün değildir.
ein Bild
 
  Bugün 13 ziyaretçi (40 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol