ÖMER KAYA
  Milliyetçilik Anlayışımız...
 
Milliyetçilik Anlayışımız... Milliyetçilik mefhumu Fransız ihtilalinin dilimize kazandırdığı bir kavramdır. Bu kelime aslı itabiriyle Arapça’dan dilimize geçmiştir. "Millet" kökünden türemiştir. Arapça’da millet din ve şeriat mânâsındadır. İslâm ve Hıristiyanlık gibi. Allah-u Teâlâ’nın kullarına Peygamber vasıtasıyla, onları dünya ve ahiret saadetine ulaştırmak için göderdiği şeriata verilen isimdir. (1) Kur’an’ı Kerim’de bu kelime on beş yerde geçmekte ve istisnasız hepsinde "Din" mânâsında kullanılmaktadır. Millet kelimesi dilimizde galât-ı meşhur yani Arapça’daki mânâsının dışında kullanılmaktadır. Millet kelimesi dilimizde, asırlarca beraber yaşamış, zulüm ve felakete beraberce göğüs germiş, şan ve şerefi beraber istihsal etmiş, beraber ağlayarak beraber sevinmiş, gelecekte ortak gayeye ulaşmak ve beraber muzaffer olmak için yardımlaşan insanlardan meydana gelen, bir topluluk mânâsına kullanılır. (2) Bu anlamıyla bizde kullanılan millet kelimesi, Arapça’da şa’b kelimesinin tam karşılığıdır. O halde, bizdeki millet kavramını alarak, Arapça’da milletin din mânâsına geldiğini ve Kur’an’da bu meyanda millet ve dolayısıyla milliyetçiliğin olmadığını ileri sürenlerin, kavram kargaşasından bu sonuca vardıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Millet (yani şa’b) kelimesi Kur’an-ı Kerim’de geçmektedir. Hucûrat Suresi 13. ayette Cenab-ı Hakk şöyle buyurmaktadır: "Ey İnsanlar! Doğrusu biz sizleri bir erkekle bir dişiden yaratttık. Sizi milletler (şuûb) ve kabileler halinde koyduk ki birbirinizi kolayca tanı yasınız. Şüphesiz Allah katında en değerliniz, Ona karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Allah bilendir, haberdardır." Bu kısa açıklamayı yaptıktan sonra milletin tarifini yapmamız gerekiyor. Çünkü milliyetçilik meselesi asıl rengini milletten almaktadır. Zaten "millet demek, herhangi bir esas etrafında toplanmış, mütesanid insan kütlesi demektir." (3) Bir milletin etrafında toplandığı esaslara, milliyet unsurları denir. Bunlar da: soy, din dil, vatan, tarih, kültür birliği, gelecekte beraber bağımsız yaşama arzusu vb. olarak sayılmaktadır. Bu esaslar, Durkheim’in tarifinden alınmıştır. Bir topluluğun millet seviyesine ulaşması, bütün bu esasların var olmasını gerekli kılmaz. Etrafında toplanılan bu "esas" bazan Fransa ile Çin’de olduğu gibi "kültür", bazen Almanya’da olduğu gibi "ırk", bazen Slav ve Arap âlemleriyle Romanya’da olduğu gibi "dil", bazen ABD’de olduğu gibi "tabiyet" (vatandaşlık), bazen Avusturya’da olduğu gibi "mezhep" ve bazen de İsviçre’de olduğu gibi "vatan" kavramından ibaret olabilir. Bir camianın millet sayılabilmesi için bunlardan herhangi birinin etrafında toplanmış olması yeterlidir. (4) Bu tariflerden hareketle şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: "Milliyet, bir toplumun bir araya gelmesine sebep olan içtimaî bir nefis, bir vicdan demektir." (5) Belki de Durkheim’in kollektif şuur dediği, milliyetin kendisidir. Irk ve kan milletin kabiliyeti değil, bu kabiliyetin ortaya çıkmasına yarayan vasıtalardır. Her milletin genişleme gücü o vicdanın şumûl derecesi ve külliliği ile mütenasiptir. Dil dahi, ırk ve kandan ziyade bu vicdanın ifadesidir. Din, bu vicdanın en şumûllü temelini, en büyük temelini oluşturur. Bir toplumun dini ne ise, toplumsal vicdanı o; toplumsal vicdanı ne ise, dini de odur. Milliyetçilik ise, millet uğruna fedakârlığa verilen isim olduğuna göre; bir toplumun milliyetçilik anlayışı aynı zamanda onun dinî inancını temsil eder. Milliyetçiliği bir ideoloji olarak takdim etmek, bir topluluğun vicdanı olmaktan uzak ve sadece iyi ahlâktan ibaret olan Hristiyan kökenli düşünürlerin marifetidir. Bütün bunlardan şunu anlıyoruz ki, müslüman bir fert, İslâm’ın hayatın bütün meselelerine izah getirdiğinin ve eksiklikten münezzeh olduğunun şuurunda olması hasebiyle ayrıca kendisine ideoloji arama zahmetine katlanmaz. İsterse bu ideoloji milliyetçilik adını almış olsa bile... Bu şekilde bir milliyetçilik ideolojisiyle yola çıkanları, Efendimiz (S.A.V.) kınamakta ve bu davaya asabiyyet adını vermektedir: "Sırf soyu için öfkelenir, yahut sırf soysop davasına çağırır, yahut (hak davaya değilde) kuru bir kavmiyet ve asabiyet davasına yardım eder ve bu yolda öldürülürse, işte böylesinin ölümü tam bir cahiliyet ölmüdür." (7) İnsanların kavimler halinde yaratıldığına yukarıda işaret etmiştik. Ayrıca Cenab-ı Hakk, kavimlerin renk ve dillerinin ayrıldığı (Kum 30/22) kudret ve varlığın delilleri olarak saymaktadır. Demek ki insanlar milletler halinde ve fertlerde mensubu bulunduğu milleti seven bir fıtrat üzerine yaratılmışlardır. Nitekim Efendimiz (S.A.V.) "Kişi kavmini sever" (8) buyurmakla bu hakikate işaret etmiştir. Ayrıca Efendimiz "Sizin en hayırlınız, günah olmayan işlerde kavmini müdafaa edendir." (9) buyurmakla kavme yardımı teşvik etmektedir. Fakat bu yardım ve müdafaanın sınırı bir başka Hadis-i Şeriflerinde sahabeden bazılarının "Kişinin kavmini sevmesi asabiyet midir?" diye sormaları üzerine şöyle açıklamıştır: "Asabiyet, kişinin zulümde kavmine yardımcı olmasıdır." (10) İmamı Şafiî bu konuda şu açıklamayı yapmaktadır: "Bir kimse kendisine helal olmayan (haram) bir şeyi başkasına yüklememek şartıyla, kavmini, başkasına tercih ederse, bu asabiyet değil sıla-i rahimdir. Sevgide mekruh olan bir kimsenin zulüm, nesebe kötü söz söylemek, asbiyet ve başka nesebe kin duymak gibi Allah’ın haram ettiklerini başkalarına hamletmesidir; Üstelik arada kötülük ve cinayet gibi bir sebep olmadığı halde... Böylece kin, Allah ve Resulü’nün emirlerinin hilafına (bir özrü olmaksızın), asabiyete dönerse, Allah’a isyan içinde olur. Bunda kesinlikle te’vil olmaz. Ve bu konuda müslümanlar arasında hiçbir ihtilaf yoktur. Kim kalkar bu şekil üzere devam ederse, şahitliği merduttur." (11) Kişinin kavmini, yani mensup olduğu topluluğu İslâm’ın sınırları dahilinde kalmak şartıyla sevmesi ve yardımda bulunamsının makbul sayılan işlerden olduğunu anlamış bulunuyoruz. Bu konuya biraz daha açıklık getirmek için Babanzade Ahmet Naim’in görüşlerini de aktaralım: "Türk ve Müslüman" yahut "Müslüman ve Türk" gibi, bir ayrılık hissi veren tabirlerden vazgeçmek, hasılı İslâm ümmetini parçalayacak her türlü tavır ve hareketten sakınmak lazımdır. Bu hususlara dikkat etmek şartıyla, şeriatın çizdiği selamet ve saadet dairesi içinde Türkler için istediğiniz kadar çalışın. Türkler’i istediğiniz kadar irşâd edin. Yalnız dikkat edin ki, irşâdlarınız "Türklük" namına değil, "Müslümanlık" namına olsun. Türkler diye değil, Müslümanlar diye hitap edin. Hülasa "Türklük"e değil, zaten müslüman olan "Türkler"e hizmet ediniz. Bu hizmet sizi, Allah ve kulları yanında makbul kılar." (12) "Şeriatın çizdiği sınırlar içinde milletine yardım etmek yine İslâmiyet’in emrettiği şeydir. Böyle hareket edenlerin elini öper, başımızın üstüne koruz. Türk diline, sanatına, edebiyatına, ticaretine hizmet edenler fevkalâde bir iş görmüş olurlar. Din hakikatlerini -tıpkı bizim yaptığımız gibi- kendi dillerince neşretsinler. "Biz, hiç bir peygamberi kavminin lisanından başka bir dil ile göndermedik. Ta ki onlara hakikati anlatabilsin." (13) Ayet-i Kerimesi’nin işaretine bakarak bunu teşvik de ederiz. Yalnız Türkler’e taraftarlık adına diğer müslüman kavimlere zulm etmesinler." (14) Buraya kadar yaptığımız açıklama ve nakillerden, kişinin kavmini haksızlıkta olmamak şartıyla, sevebileceğini ve onun milletine hizmetine sürükleyen âmilin İslâmi motifli olması gerektiği anlaşılmış oluyor. Yani bir topluluğu harekete sevk eden sebeb, mutlaka dinî gayretten ileri gelmektedir. Bu sınırlar dahilindeki milliyetçilik anlayışı meşrudur. İslâm ile şereflenmiş milletlerin bu anlayışla hareket etmeleri beklenir. Çünkü insanları birbirleriyle olan münasebetlerini İslâm’a göre şekillendirmeleri şarttır. Bütün tavır ve tepkilerini İslâm’ın düsturlarından almalıdırlar. Sadece aynı soydan ve dildendir diye ırkdaşına taraftar olmak yanlış bir anlayıştır. Zira İslâm’a göre, her fert, en yakın kan bağıyla bağlandığı baba ve kardeşleriyle olan münasebetlerinde bile, dinî inancı birinci plana çıkarmak zorundadır. Bu hususu şu Ayet-i Kerime gözler önüne sermektedir. "Ey inananlar! Babanızı ve kardeşlerinizi, küfrü imana tercih ediyorlarsa, dost edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, o zalimlerden olmuş olur." (15) O halde rengini İslâm’dan almış bir milliruh ve seciyeye ulaşmak, bu milliruhu İslâm’ın gösterdiği istikamete yönlendirmek en doğru yoldur.
 
  Bugün 4 ziyaretçi (10 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol